Suriye Pasajı’nda Zaman: Bir Kostüm, Bir Çay, Bir Hafıza

 

Bu pasajda zaman bükülür. Bu pasaj, koca bir İstanbul televizyonunun, değiştirmek istemediğim, sadece seyrederek saatlerimi harcadığım bir kanalıdır. İnsanı ve kenti tanımak istediğim zamanlarda aradığım kılavuzluğu bana büyük bir özveriyle sağlayan mekanıdır. Gerçekten İstanbul neresidir ve İstanbul neyi anlatmak ister sorusunun cevabını içtenlikle veren yerler vardır. Bu pasaj, bunu hiçbir soru işaretine mahal bırakmadan vereceğini vaat ediyor gibi. Zamanı geriye sarmak ve kim olduğumuzu hatırlatmak gibi armağanlara da sahip zannımca.

İstanbul’da sıkça vakit geçirdiğim, Beyoğlu’na çıktığım zamanlarda uğramadan dönmediğim bu güzel tarihi yapıyı, içerisindeki değerli insanları ve mekanlarıyla birlikte bir gözlemci edasıyla anlatmaya çalışacağım.

Suriye Pasajı, adını Hasan Halbuni Paşa’nın Suriye uyruklu olmasından almaktadır. Halbuni Paşa ve dönemin İstanbul Ticaret Odası Başkanı olan akrabası Mehmed Abud Paşa tarafından inşa edilmiştir. Fransızca’da "Cité de Syrie" olarak da bilinmektedir. 1901 yılında inşasına başlanan pasaj, 1908 yılında bitirilmiştir. Suriye Pasajı, Beyoğlu'nun en eski ve en büyük pasajlarından biridir. Başlangıçta birbirinden bağımsız üç apartman olarak inşa edilmiş, zamanla bu binalar farklı noktalardan köprülerle birleştirilerek günümüzdeki yapısı ortaya çıkmıştır. Pasaj, İstanbul'da alt katı çarşı, üst katları konut olarak tasarlanan ilk bina olma özelliğine sahiptir. Ayrıca, saraydan sonra elektrik ve hava gazı gibi ihtiyaçların bağlandığı ilk bina olarak da tarihe geçmiştir. Beyoğlu ilçesinde, İstiklal Caddesi üzerinde, 166 numarada bulunmaktadır.

İlk kez Suriye Pasajı’na girdiğim zamanı hatırlıyorum. İstanbul’un böylesi güzel, tarihi ve kalabalık ilçesinde sakinliğini ve naifliğini koruyabilen bir mekânın, kendimce keşfine, büyük bir sevinç duymuştum. Bilinçdışına ve bilinçaltına kodladığımız görselliğin, ânların ve küçük noktaların nasıl bir zenginliğe dönüşebildiğine şahit olacağımın farkında değildim henüz. Çünkü her uğrak, her mevsim ve her ruh hali, bambaşka bir deneyim sunuyordu bu mekân üzerinde. Mekanların ruhları elbette canlı. Dolaşan bir enerjinin farkına varabiliyorsunuz. Elbette bunu duyumsamak için istekli olmalısınız. İşte o noktada size söyleyecek çok şeyi oluyor. Ama buna sahip olamadığımız durumlarda, insanlar devreye giriyor. Mekânın ruhuna tercüman olan insanlar ortaya çıkıyor. Bu insanlar, bu mekanların geçici ev sahipleri ve yapının dile gelen bir karşılayıcısı oluyorlar.

‘Hoş geldiniz. Ne alırsınız?’

‘İki çay alalım ağabey.’

‘İki çayı ne yapacaksın? Bir çay yetmez mi.’

‘Sen ver ağabey, bir çayı da yanımızda götürürüz.’

Mustafa ağabeyle ilk tanışmamız esprili ve tatlı bir ândı. Yaşı itibariyle hâlâ orada çalışan biri mi yoksa çay ocağının sahibi mi olduğundan emin olamadığım ve bunun için biraz hüzünlendiğim biriydi. Kalbimi kazanan bu misafirperverliği, mekânın ruhunu daha görünür kılmıştı. Turistlerin, yan tarafta İstanbul barosunun bulunmasından dolayı ruhsatlarını almanın sevincini yaşayan avukatların ve diğer insanların da sıklıkla burayı tercih ettiğini gördüğümde, bu kucaklayıcılığın hoşnutluğu ile çayımı yudumlamaya başlamıştım. İki çay veya bir çay, Mustafa ağabeyin yavaş adımlarla ve maharetli elleriyle yaptığı menemeni ve sebzeli kaşarlı tostu ile kaçıncı gelişim olduğunu bilemediğim zamanlar. Suriye Pasajı’nın bir asrı geçkin tarihi, yeni bir asrın büyüleyici ve kucaklayıcı tavrı ile ilerlemeye devam ediyor. Sanatın burada nefes alıyor olmasına da şaşmamalı. Çay ocağındaki resimler, masa örtülerinin oryantalist motifleri, bazen 90’lar pop, bazen arabesk çalan müzik, hepsi elbette bir bütündü. Ayrılıklara rağmen bir bütün olmayı başarabilen nadir güzelliklerdendi. Çay ocağının da isminin ‘My friend cafe’ olması bundan dolayıydı sanırım. Basit ve anlaşılır. Samimi ve insanî.

Suriye Pasajı, içinde dolaşmaya devam ettiğinizde size bambaşka dünyaların da kapısını aralayan bir yer. Alt katında, By Retro adında bir ikinci el kıyafet/kostüm yeri bulunuyor. By Retro, Pasajın ikonik kostüm dükkânı. Suriye Pasajı'nın içinde yer alan "By Retro", Türkiye'nin en büyük ikinci el ve kostüm mağazalarından biri. 25 yılı aşkın süredir aynı yerde hizmet veren dükkân, binanın yapıldığı dönemin mimari dokusunu da sergiliyor. By Retro, yerli ve yabancı, farklı dönemlere ait ikinci el kıyafetlerin satıldığı bir mağaza olarak öne çıkıyor. Dizilere, filmlere ve kliplere dönem kostümleri temin eden dükkân, adeta bir müze gibi gezilebilecek bir atmosfere sahip. Bu dükkân hakkında kısa bir araştırma yaptığımızda, kurucusu Hakan Vardar’ın mesleğe ilkokul yıllarında ikinci el kıyafetler satarak başladığını öğreniyoruz. By Retro’nun kuruluşunda değerli sanatçılarımız Neşet Ertaş ve Tuncel Kurtiz’in teşviklerinin olduğunu öğrendiğimizde bu dükkânı ziyaret etmek daha da ilgi çekici bir hâle geliyor.

Yazının başında Suriye Pasajı’nda zamanın büküldüğünü söylemiştim. Bu zaman bükülmesi, kıyafetlerin ve onları taşıyan insanların ruhunun zamansızlığıyla bir araya geliyor. Bu kıyafetlere dokunmak, denemek ve hatta üzerlerindeki yıpranmışlığa şahit olmak, üst kata çıkana dek bir illüzyonun içerisinde olduğumuz yanılgısını hissettiriyor. By Retro'nun zengin kostüm arşivi, birçok ünlü ismin sahne performanslarında ve projelerinde kullanılmış. Örneğin, tiyatro ve sinema oyuncuları, dönem filmleri ve dizileri için gerekli olan kostümleri bu mağazadan temin etmişler. Ayrıca, müzik dünyasından sanatçılar da sahne kostümleri için By Retro'yu tercih etmişler.

Mağazanın atmosferi, sadece alışveriş yapmak isteyenleri değil, aynı zamanda ilham arayan sanatçıları da cezbediyor. By Retro'nun raflarında yer alan her bir kıyafet, geçmişin bir parçasını taşıdığı için, ünlü isimler bu mağazada sadece kostüm bulmakla kalmıyor, aynı zamanda tarihî bir yolculuğa da çıkıyorlar. Tıpkı bizim de bu kostümlerle aynı havayı solumamız neticesinde zamanın bükülüşüne şahit olmamız gibi. Bu güzel, çünkü İstanbul’un neredeyse her medeniyete ev sahipliği yapması, her dönemden ve her asırdan dokulara da sahip olması anlamına geliyor.

Bu pasajdan her çıkışımda içimde bir şey eksiliyor gibi. Sanki zamanla birlikte ben de bükülüyorum, yumuşuyorum. Dışarının karmaşasına karşın, içerideki her detay, her bakış, her eşya bana dünyayı daha yavaş, daha insanca yaşamanın mümkün olduğunu fısıldıyor. İstanbul’un tam kalbinde, böyle bir yerde nefes almak, geçmişin omzuma koyduğu eli hissetmek gibi. Suriye Pasajı, bana hep hatırlatıyor: Şehir sadece binalardan değil, içinde barınan ruhlardan oluşur. Ve bazı yerler, insanın kalbinde, bir semt adıyla değil, bir hisle kalır.



 




 


Comments

Popular Posts