bugün kendinize acımayın

insanı hevesi ve kursağı yakalar, bir eşikten geçinceye kadar yalpalamadan eşlikçisi olur.
geçtiğimiz günlerde böyle bir söz çıkıverdi zihnimin bilmem kaçıncı evinden.  aslına bakarsanız kendi kendime kaldığım bir milyonuncu toplantıda bu sözü söylemiş olmalıydım. ben bilirsiniz. bilmek isteyenler bilir yani. haftada birkaç günüm mutlaka dışarıda bir kafede yalnız başına ya okuyorumdur ya da düşünüyorumdur. bazen sırf bu niyetle gidip oturduğum oluyor. insanlara görünür şekilde düşünmek, yazmak ve okumak sanki daha çok ilham verecekmiş gibi geliyor. bazen kendimi haklı çıkarıyorum, bazen de ihanete uğruyorum. yarım saat kalmadan kalkıp gittiğim oluyor. kahvesini beğenmem, ortamından şikayetçi olur ve sonra kendimden de - yaşlandın mı uslandın mı diye- şikayetçi olurum. hevesimi de kursağımı da orada öylece bırakırım. 
insan hep aynı hatayı yapar. anlamadığı her şeye tesadüf der. bilincinde olmadığı şeyleri kader zanneder.

kendimi kabullendiğimden beri oyunu başa alma konusunda artık eskisi kadar ısrarcı değilim. hayata tekrar gelmek ve oyunu bilerek oynamayı kim istemez. ancak kendime yazdığım her satırda bir şefkat ibaresi bulunmasaydı, oyunun da bir parçası olamayacaktım. kabullendiğim tek şey benliğim olmadığından, acemi bir toplulukta yaşamanın keyfini çıkarıyorum. kendimize mektuplar yazsaydık ne kadar anlaşılamaz olabilirdik birbirimize? iki insanın birbirine duyduğu sevgiyi sözden ötesine taşıyabilseydik kelimelere ihtiyaç duyar mıydık? bilemiyorum kahveseverler ve sütlü içecek müdavimleri. inanın kendinizden bir şey bulabileceğiniz bir blog yazısı değil. yalnızca sizi yüreklendirmek istiyorum. nolur birbirinize hediyeler alın ve mutlu etmenin bir de bu yanını deneyimleyin. birbirinize, yani kendinize bir mektup yazın ve yayınlamayın benim gibi. atın gitsin.  

insan ancak artık ihtiyaç duymadığı şeyleri affedebilir.

 

Comments

Popular Posts